ŞEYTAN'DAN ÜÇ TÜY

       Şeytan'dan Üç Tüy Düşerken !

             ŞEYTAN'DAN ÜÇ TÜY

             Bahçeden ince ince sesler geliyordu. Sanki bir şeyler çalıyordu. Yavaş yavaş yürümeye devam etikten sonra, genç adam kendini bir anda müzik resitali içinde buldu. Genç adamı gören aile fertleri resitali durdurdu. Etrafı bir anda büyük bir sessizlik kapladı. Herkesin gözü genç adamın üstündeydi. Kimdi bu genç delikanlı ? Herkes bu soruyu merak ediyordu. Evin söz sahibi saçları ağarmış ihtiyar bir adamdı. Genç adama sorular yönelmeye başlayacak gibiydi. İhtiyar biraz durdu, genç adamı süzdü. Sonra şöyle dedi: “Hayırdır genç adam, kimsin sen ?” delikanlı biraz bekledikten sonra, “ben selim” dedi. İhtiyar durur mu, sordu tekrardan: “Ne için buradasın, nasıl geldin buraya ?” dedi. Selim cevapladı; iş arıyorum Bay’ım. Uzak bir köyden geliyorum. Ailemi elim bir kazada kaybettim. Sonra sizin köşkü gördüm. Uzaklara gidiyordum. Lakin gitmek için hiçbir şeyim yok. Elimde avucumda ne varsa kaybettim. Sizin köşkü görünce de içeriye girdim. Belki bana göre bir iş vardır. Yardımınız dokunur dedim. İhtiyar biraz sustuktan sonra. Kibirli ve öfkeli bir tavırla genç adama bağırmaya başladı: “Çık dışarı, çık” bu arada bir yandan da güvenliği sağlayan işçilerine bağırıyordu: “bu adamı kim aldı” diyerek. Selim kafasını yere eğdi. Diyecek bir şeyi yoktu. Gururunu ve onurunu ayaklar altına alan bu adama hiçbir şey diyemeden, koşarak köşkten çıktı. Selim için hayat daha yeni başlıyordu. Bu onun için daha başlangıçtı...





Köşkten koşa koşa çıkan selim, kendini uçsuz bucaksız bir yolun ortasında yürürken buldu. Derin hayallere, derin düşüncelere dalmıştı. Ne olacaktı bu hali. Kim tutacaktı elinden. Hayat talimi başlıyordu Selim için. Selim bu bataktan nasıl çıkacaktı ?    

Yol uzun, zaman kısa, selim yorgundu... Yürüdü, durmadı hiç. Yol ayrımında bir kumarhaneye denk geldi. Durdu. Biraz bekledi. Dinlenmesi gerekiyordu. İçeriye girdi. Kumarhane sahibi Selimi görünce ne istediğini sordu. Halinden belliydi ki parasız pulsuz bir adamdı Selim. Selim kafasını yerden kaldırdı şöyle dedi: “Sıcak bir yuva ve bir iş Bay'ım.” Kumarhane sahibi biraz bekledi ve Selim'e bir votka ikram etti. Selim'in titreyen vücudu bir nebze ısınacaktı belki. Güzelce içti votkasını. Olanları anlattı. Kumarhane sahibi Selim'in bu halini görünce ona yardım etmeye karar verdi. “Selim dedi, gel benim yanımda çalış. Kumarhanenin temizliği ile ilgilen. Burada istediğin gibi kal dedi. Selim bu sözleri duyunca yerinden bir anda fırladı. Mutlu olmuştu. Ağlayacaktı neredeyse... Selim için yeni bir hayatın ilk adımı idi belki de.  

Aradan günler, haftalar, aylar geçti. Selim işini güzel yapıyordu. Daha ilk aylardan herkesle arasını iyi yapmıştı. Bedbaht selim, artık saygı gören bir şahsiyet halini aldı. Lakin Selim'in hala ne çok parası vardı, ne de kendine ait bir eşyası. Aldığı iki üç kuruş ancak temel ihtiyaçlarına yetiyordu. Bu durum onu kumar gibi bir batağın içine sokmuştu. O da artık bu durumdan zevk alır hale gelmişti. Selim'in ya sonu ya başlangıcı olacaktı bu sevda...




Aylardan kasım... Ağaçlarda yaprak kalmamış. Çetin bir soğuk var bu diyarlarda. Kuşlar ötmez, in cin top oynar bu vakitler. Kumarhane yine her zamanki gibi dolup taşıyor. İnsanlar kumarhanede bir taşın üstüne bir taş koyma derdinde. Selim çalışan olmaktan çıkmış gibi görünüyordu. Kumarhane sahibi uzaktan seslendi Selime: “Selim buraya gel evlat” Selim koşarak kumarhane sahibinin yanına geldi. “Buyur Fevzi çavuş” dedi. (Çavuş, bizim Fevzi ustanın lakabı) Fevzi çavuş başladı söze: “Ne olacak senin bu halin evlat, nedir bu kumar bağımlılığın ? Bir şeyleri düzeltin geri mahvetme” dedi. Selim Fevzi Çavuşu dinlerdi. “Bir daha olmaz Ustam” dedi. Ve boş bira bardaklarını toplamaya koyuldu. 

Gece saat 02.00 sularında herkes ufaktan terk etmeye başladı kumarhaneyi. Selim ve Fevzi Çavuş oturup güzelce muhabbete koyuldular. Selim şiir yazan bir adamdan bahsediyor, Fevzi usta da ben anlamam şiir filan diyerek Selimin sözlerini kesiyordu. İkisi de bu gibi tartışmaları sever, mutlu olurlardı. Vakit geç olmuştu artık, Fevzi Çavuş mekanı Selime emanet ederek mekandan ayrıldı. Selim de bu fırsattan istifade bir birasını açtı ve keyifle içti. Selim’in içi buruktu yine de. Keyifle içtiği bira ona zehir gibi gelmişti nedense. Yalnızlık üstüne gece gibi çökmüştü adeta. Eline kağıdını, kalemini aldı ve yazmaya başladı. “Seni seven bu adam, her gece çöktüğünde içini yiyen yaratıkla boğuşuyor. Yokluğunun verdiği kasvet onun yastığına tiken oluyor. Lütfen geri dön. Ailemi her şeyimi kaybettim ama bir sen kaldın, geri gel. Lütfen... Bırakma bu adamı bir başına. Yok oluyorum...” işte Selim'in yazdıkları bunlardı. Belli ki Selim geldiği yerde hala bir şeylerini kaybetmemişti. Bu gece nasıl uyurdu Selim, ne olurdu ? İnsan evladıdır, çok dayanamadı ve gecesini sabah etmeye koyuldu. Hem de huzursuz bir yarım ölümle yaptı bunu...

Bir kasım sabahı yine olmuştu. Selim erkenden uyandı. Mekanı kontrol etti ve kapılarını açtı. Ancak Selim hala kafasında bir takım sorunlarla boğuşuyordu. Sabah olunca da içini para meselesi yer dururdu. Selim'e burası nereye kadar sahip çıkacaktı ? Ne zamana kadar bu devran dönecekti. Düşünüp duruyordu selim. Biraz vakit geçirdikten sonra, gıcırdayan tahta kapının sesine kafasını kaldırdı Selim. İçeriye orta yaşlı, siyah paltolu, siyah şapkalı babayiğit bir adam girdi. Sabahın bu vaktinde kim ne gezer diye mırıldanmaya başladı. İçeri giren Bey “Merhaba genç adam, bana bir bira ver” dedi. Selim de birayı uzattı. Biraz muhabbet edildikten sonra adam işini gücünü anlatmaya başladı. Adam soylu bir aileden gelen, zengin bir tüccar. İsmi de Cengiz. Selim durur mu hiç konuştukça konuştu. Paraya ihtiyacı olan bir genç idi sonucunda, belki de yeni bir şeylere atılmanın tam vaktiydi. Adam para konuşuyor, para sayıyor, para dolduruyordu cebini. Selim bunu gördükçe bir başka oluyor karmaşık duygulara giriyordu. Selim'in yeni bir merakı vardı artık. “Cep dolu para.” Bunların hayalini kurarak güzelce uykuya yattı selim. Hem de ne güzel rüyalar görmeyi umut ederek... Görebilirse tabi.

Günler günü, aylar ayları tepti. Tüccar her hafta düzenli gelir Selimle irtibat kurardı. Selim de bundan gayet memnun olur para kazanmanın yolunu araştırırdı. Tüccar Selimi iş için Şehire davet etti. Selim de durur mu ? Para hırsı işte hemen kabul etti. Gidip Fevzi Çavuş ile konuştu. Onun yanından ayrılacağını, yeni işlere atılmak istediğini, her şey için minnettar olduğunu dile getirdi. Fevzi Çavuş’ta bunu gayet doğal görerek onun için bir sakınca olmadığını söyledi. İkili selamlaştıktan sonra, Selim mekandan ayrıldı. Belki yolu düşecekti daha sonra kim bilir...




Tüccar Cengiz ve Selim Şehire ayak bastılar. Burası çok kalabalık bir yerdi. Selim yeni bir dünyaya ayak bastığını, yeni bir hayata başladığının farkındaydı. Artık her şey çok değişecekti. Ya selimin sevdiği kadın ‘Ayça' ona ne diyecekti. Yazdıklarını sakladığı bir not defteri vardı Selimin. Açtı defterini yazdığı yazıya gözü ilişti. Cengiz'e döndü, “Cengiz Ağabey, elimde bir mektup var onu nasıl ulaştırırım” dedi. Cengiz Ağabey çok sormadı bile “Şehrin çıkışına doğru Postane var gider hallederiz” dedi. Selimle birlikte yola koyuldular. Önce postane’ ye uğrandı. Mektup postaya verildi. Artık işe güce koyulma vaktiydi. Selim bir yandan sevdiği kadını diliyordu. Kafası çok karışıktı ama işlerine de önem veriyordu.

Aradan aylar geçti, Selim paraya para demiyordu. Tüccar Cengiz ticareti ve şehir hayatını ona öğretmişti. Selim de tutku ile işlerini yapıyordu. Lakin bu tutkuları öyle bir hal almıştı ki Selim bambaşka bir adam olup çıkmıştı. İnsanlara aşağılayıcı bir tavır sergiliyor, ilk günkü gibi İhtiyarın ona yaptığını o insanlara yapıyordu. Sabahları iş için durmadan birilerine yapışıyor, akşamları kumar masasında para eritiyordu. Para onun için araç olmaktan çıkmıştı artık. Paraya tapar hale gelmişti. Öyle ki sevdiği kadını bile unutmuştu artık. Akşamları eğlence mekanlarında kadınlarla oturup kalkıyor. Onlarla gönül eğlendiriyordu. Selim bambaşka biri olmuş, bu şehir hayatına kendini kaptırmıştı. Dönüşü yoktu belki, ama kesin bir şeylerini kaybedecekti...

Günler gün edilirken, Selim hem kumar batağına düşmüş hem de elindeki paraları eritirken, çevresindeki insanları da kaybetmeye başlamıştı. Hele de en yakını olan Tüccar Cengiz'i bile. Tüccar Cengiz bile sıkılmıştı ondan. Terk edip gitmişti. Selim ise Parası hiç bitmeyecek gibi rahat takılıyordu. Parası bitecekti belki, ya karakterine ne olacaktı, yoksa onu çoktan kaybetmiş miydi ?
Zaman su gibi akıyor, yıllar geçiyordu. Selim elindekileri durmadan tüketiyor elinde kalan son paraları da kumara ve içkiye veriyordu. Sevdiğim kadın dediği Ayça dahi onu unutmuş yada Selim daha gidip Postane’ ye uğramamıştı bile.  Selimi tanıyan kişilerden İzzet koşarak Selime doğru geldi. Selim: “Ne bu hal soytarı” dedi aşağılayıcı bir tavırla. Selim kardeş “senin hatundan haber var” dedi. Selimin aklı daha yeni başına gelmişti ki. Bir anda irkildi ve postaneye koştu. Mektubu açtı. Mektupta şöyle yazıyordu: “Selim sevdiceğim, duydum ki şehirlere gitmişsin. Namın buralara kadar geldi. Yanına geliyorum. Seni seven kadın Ayça.” Selim korkuyordu. Ne diyecekti, o kadar kadınla oturup kalkmış, her mahallede bir metresi varken sözde sevdiği kadına. Selim ne yapmıştı kendine böyle. Fakir ama gururlu bir adamken zenginlik ne yapmıştı ona. Bu kadar mı kötü hale gelirdi insan ? Kafasını yere eğdi. Bu sefer gururundan değil, rezaletinden...

Aradan bir hafta geçti. Selim Ticaret yaptığı depoda malları düzenlerken Ayça çıkageldi yanına.  Ayça’yı gördü, bir anda çok mutlu oldu. Sevinç çığlıkları attı. Oturup dertleştiler. Eskiyi yad ettiler. Elindeki son şeylerdi bunlar. Kazandığı son şey küçük bir depo ve sevdiği kadındı. Lakin gerçekler buna izin verecek, onu rahat bırakacak mıydı ? Tabi ki hayır... Bir saat sonra mekana iki kadın geldi. Belli ki Selim'in metresleri. Hallerinden belliydi. Selimle gülüp eğleniyorlar ona güzel sözler sarf ediyorlardı. Ayça şaşırmış kalmıştı. Kimdi bu kadınlar, neyin nesiydi ? Selime baktı durdu. Selim bir şey diyemiyor, gıkı bile çıkmıyordu. Selim artık gerçeklerle yüzleşiyor ve onu seven kadını kaybediyordu. Ayça bir şey diyemedi. Boğazı düğümlendi. Eşyalarını aldı ve gitti. Bir daha gelmemek üzere. 


Akşam olmuştu. Ayça'yı düşünüp duran Selim göz yaşları döküyordu. Bir zamanlar tek varlığı olan kadını kaybetmişti artık. Paralı ama onursuz gezen bir adamın burukluğu içini yemiş durmuştu. Kafasını duvarlara vuruyor, elindeki notlara bakıyordu. Ayça’ya yazdığı mektuplara bakıyor üstüne göz yaşlarını akıtıyordu. Selim son günlerini yaşıyordu Şuan. Belki de iyi günleriydi bunlar. Kim bilir...

Sabah oldu, Selim uyandı. Hala içi buruktu. Gidip barlarda kafa dağıtmak istiyordu. Her şeyini kaybettiği yerlere gidecekti yine. Kalktı gitti. Yedi içti. Sonunu düşünmedi. Kumar masasına gözünü dikmişti bir de. Oturdu masa başına. Kağıtlar havada uçuşuyor paralar keselerden dökülüyordu. Selim elinde ne var ne yoksa bu masaya koydu. Ve oyunu kaybetti. Hiçbir şeyi yoktu artık. Parası da yoktu. Mevkisi de yoktu. İhtiras duyguları yoktu. Şeytan'dan düşen üç tüy hayatını mahvetmişti. Aslında çok bir şey kazanmamıştı da zaten. Eski haline dönmüştü. Ama bu sefer Sevdiği kadın da yoktu yanında. Ne seviyor, ne seviliyordu dünyanın belki de en güzel nimeti olan bu ikiliyi kaybetmişti. Para, ihtiras ve mevki yakasına yapışmış onu sıfırdan eksiye indirmişti. Artık umutta yoktu. Onu bağlayacak her şeyini kaybetmişti. Selim için yaşamanın bir önemi kalmamıştı. Kafasına silahını dayadı ve bir el ateş etti. Artık Selim diye biri yoktu. Ancak Selimin Kaosu vardı...

Kan ter içinde uyanan Selim koşarak aynaya gitti. Yüzüne gözüne baktı. Hiçbir şey yoktu. Meğer gördükleri bir akşamdan kalmanın mı eseriydi. Nasıl bir rüyaydı bu. Selim'i doğru yola getirecek olan Fevzi Usta'nın sözleri değil de bir rüya mıydı yani ? Ne acı... 

Selim de bizim gibi bir acizdi işte. Kaosu yaşamadan anlamıyordu bir şeyleri. Sonradan anlayacağız belki ama geç olacak... Her şey için !

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KORKUSUZ: NECDET SEVİNÇ

TÜRK BAYRAĞININ TARİHÇESİ

ULUSLARIN ZENGİNLİĞİ